29 Aralık 2017 Cuma

Medyum

Alanında uzman medyum hoca ile sizlere birçok alanda faydalı olabileceğiniz söyliyelim. Mesela sevgilinizden mi ayrıldınız hemen onu geri getirmek için etkili bir büyü ile geri getirir. Birisine aşık mı oldunuz onu size bağlama büyüsü yaparak çok mutlu olursunuz. Bir kişiyle evlenmek mi istiyorsunuz onun kararlarını bu yöne çeker. Veya size büyü yapıldığını mı düşünüyorsunuz onu bozmak için güzel bir büyü yapar. Üstünüzde nazar mı var korkmayın siteye girin ve medyumla iletişim kurduktan sonra size yardımcı olur ve nazarı yok eder. Devamı için siteye bekleriz.

Site Adresi: medyumlar

22 Aralık 2017 Cuma

3. Ahmet

Osmanlı Padişahları'nın yirmiüçüncüsü

İslam Halifeleri'nin seksensekizincisi


Saltanatı: 1703-1730
Babası: Sultan Mehmed-IV
Annesi:Rabia Gülnuş Sultan
Doğumu: 31 Aralık 1673
Vefatı: 1 Temmuz 1736

Sultan II. Mustafa'nın öz kardeşidir. Son derece zeki ve akıllı idi. Şeyp-i Sultanî Mehmet Efendi ile Seyyid Feyzullah Efendi'nin eğitim-öğretimi altında yetişti. 22 Ağustos 1703'te Edirne'de tahta çıktığı zaman 30 yaşında idi.

Sultan Ahmet Han öncelikle 1703 Edirne vakasında isyan çıkaranların elebaşılarını iyi bir siyasetle yakalatıp, teker teker cezalandırdı. Devletin iç işlerini düzeltti. 1711'de İsveç kralı XII. Şarl (Demirbaş) Ruslarla yaptığı savaşı kaybederek, Osmanlılara ait Özi kalesine sağınınca, Ruslar Türk sınırını ihlal ettiler. Bunun üzerine Osmanlı Devleti Rusya'ya harp ilan etti. Nisan 1711'de Baltacı Mehmet Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu, Çar Petro'nun ordusunu Prut nehri kenarında kıstırdı ise de yeniçerilerin artan itaatsizliği sebebiyle bir imha hareketine girişemedi. Neticede Azak ve çevresindeki kalelerin Osmanlılara teslimi şartıyla mütareke imzalandı. Ancak Ruslar antlaşma şarlarını yerine getirmediler. Sultan Ahmet Han'ın Osmanlı ordusu sadrazam Damat Ali Paşa komutasında tekrar harekete geçirmesi üzerine, Çar Deli Petro antlaşmaya uymak mecburiyetinde kaldı ve seferden vazgeçildi. Ali Paşa, 1714'te Karadağlıların isyan etmesi üzerine Mora seferine çıktı ve Karlofça antlaşmasıyla Venediklilere geçen bütün kaleleri birer birer fethetti.

Osmanlı zaferlerinde endişeye düşen Alman-Avusturya İmparatorluğu, bu fetihleri tanımadığını bildirdi. Bu durum iki devlet arasında harbe yol açtı. 1716'da Petervaradin'de yapılan savaşı Osmanlılar üstü bir vaziyette iken, savaşın en şiddetli anında Sadrazan Damat Ali Paşa'nın vurularak şehit düşmesi üzerine kaybettiler. Bu mağlubiyetin sonunda imzalanan Pasarofça Antlaşması ile Belgrad ve Semendre Avusturya'ya kalmak üzere Sava nehri sınır kabul edildi.

Pasarofça antlaşmasından sonra, Türkiye'de sonraları Lale Devri diye anılan yeni bir devir ve yeni bir hayat başladı. III. Ahmet Han elli yıldır devam eden savaşlar sonunda yıpranan orduyu kuvvetlendirmek, ülke içinde huzuru sağlamak, imar faaliyetlerine hız vermek, böylece devleti maddi ve manevi en yüksek seviyeye çıkarmak istiyordu. Nitekim bu gayelerle humbaracı ocağı ıslah edildi. Matbaa Türkiye'ye getirilerek, büyük ilim ve kültür eserleri basılıp dağıtıldı. Padişah'ın İstanbul'daki ilim,kültür ve sanat çevrelerini yakından desteklemesi bu sahada büyük ve canlılık uyandırdı. Yalova'da kağıt, İstanbul'da çini ve kumaş fabrikaları açıldı. İmar faaliyetleri artarak bir çok yerde kasırlar, yalılar, cami ve çeşmeler yaptırıldı. Bu devrede İran ile yapılan savaşlar sonunda Gence, Nahcıvan, Hoy, Selman, Kirmanşah ve Nihavend gibi şehirler fethedildi.

1718'den 1730'a kadar devam eden sulh ve sükun devresi, bilhassa Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'ya karşı aleyhte bir faaliyetin doğmasına yol açtı. 1730'da Sultan III. Ahmet Han ve sadrazam İbrahim Paşa'nın İran seferine çıkmak üzere Üsküdar'a geçtiği sırada Patrona Halil adlı şaki etrafına topladığı adamlarla isyan etti. İdareden memnun olmayanların kendisine katılması ve yeniçerileri de olaylara seyirci kalması isyanın büyümesine sebep oldu. İbrahim Paşa, iki damadı ile boğularak öldürüldü. Beyhude kan dökülmesini istemeyen Sultan III. Ahmet Han, tahtı pek çok nasihatla yeğeni Mahmut'a teslim etti (2 Ekim 1730). Ahmet Han nasihatlarında; "Vezirine teslim olma. Daima ahvalini araştır ve beş-on sene birini vezarette müstakil istihdam eyleme. Merhamet sahibi ol. Cömertliği elden bırakma. Gayet tasarruf üzere ol. İşini kendin gör, ele itimat etme. İşte benim ahvalim, sana nasihat için kafidir. İhtiyaç sahiplerine adaletle davran. Kimseden beddua alma. Şehzadeler sana emanettir, oğlum; devlet işlerini baban ve ben başkalarına bıraktığımızdan bu durum başımıza geldi. Sen bizzat idareyi ele al." demektedir.

Saltanattan çekildikten sonra ilim ve ibadetle meşgul olan Ahmet Han, 1 Temmuz 1736 tarihinde altmış üç yaşında iken vefat etti. Yeni Camii'de Turhan Valide Sultan türbesine defnedildi.

III. Ahmet Han, hassas, açık fikirli, vatanperver, ilim ve sanat erbabına koruyan, İslamiyet'e sün derece bağlı bir padişahtı. Güzel yazı yani hüsn-i hatta fevkalade maharet sahibi idi. Yazdığı Kur'an-ı kerimlerden birisini Ravza-i Mutahhara'ya hediye etti. Topkapı Sarayı girişinde yaptırdığı tarihi çeşmenin kapısındaki kitabesi de III. Ahmet'in el yazısıdır. Alim ve şairleri himaye eden Sultan, şiirlerinde Necib mahlasını kullanırdı.




HABER

III. Ahmed’in tuğra albümü yayınlandı
Zaman 4 Mart 2013

Osmanlı padişahları arasında hat sanatı eğitimi alan ve eser verenlerin olduğu biliniyor. Fakat biri hariç, hiçbiri tuğra yazmakla uğraşmadı. Tuğra; her Osmanlı padişahının tahta çıkışından ayrılışına kadar devleti temsilen kullandığı özel mühür... Padişahı temsil eden önemli bir imza.

Sultan III. Ahmed (1673-1736), Osmanlı tarihinin tuğra yazan yegane padişahı... III. Ahmed, saltanata çıktığı 1703-1730 yılları arasında kendi adına tertiplediği alışılagelmiş tuğralar dışında muhtelif ifadeler taşıyan 10 adet tuğra tanzim etmiş ve bu tuğraların asıllarını kâğıt üzerine is mürekkebiyle geçirmiş.

Dönemin şaheserleri arasında gösterilen bu tuğralar, devrin mücellidleri tarafından albüm diyebileceğimiz bir kitap şekline getirilmiş. İşte bu albüm, geçtiğimiz günlerde Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı tarafından yayımlandı. Topkapı Sarayı’nda, Sultan III. Ahmed’in kurduğu müstakil kütüphanede yer alan Murakka-ı Has (Pâdişah’a Mahsus Albüm) adıyla bilinen tuğra albümü M. Uğur Derman tarafından yayına hazırlandı, İngilizce tercümesini ise Irvin Cemil Schick yaptı.

Sultan III. Ahmed’in, Murakka-ı Has’taki ilk tuğrasında Hz. Muhammed’i ‘Haremeyn’in Sultanı’, sonuncu tuğrasında ise kendisini ‘Haremeyn’in Hizmetkarı’ vasfıyla tanıtıyor. Uğur Derman, bununla ilgili şöyle bir not düşmüş albümün girişindei yazısına: “Şüphesizdir ki bu İslam Peygamberi’ne karşı duyduğu aşırı hürmet ve muhabbetten kaynaklanmaktadır.”

Hat sanatında da ciddi eserler bırakan III. Ahmed, şehzâdeliğinde devrin üstadı Hâfız Osman’dan hat sanatını meşk etmiş, Sultanahmet ve Üsküdar’da yaptırdığı iki meydan çeşmesinin ve bazı camilere konulmak üzere levhalarını celî sülüsle yazmış. Abidelerdeki kitabelerin üstüne devrin padişah tuğrasını konulması âdetinin de Sultan III. Ahmed’le başladığı kaynaklarda yer alıyor.

Sultan İbrahim

Osmanlı padişahlarının onsekizincisi ve İslam halifelerinin seksenüçüncüsü.

Saltanatı:1640-1648
Babası: I. Ahmed Han - Annesi:Mahpeyker Kösem Sultan
Doğumu: 1615 Şehadeti: 1648

Ağabeyi IV. Murat Han'ın ölümünde hayatta kalan tek Osmanlı şehzadesiydi. 9 Şubat 1640'ta da padişah oldu. Çok cömert ve lütufkar olup, fakirlere, acizlere çok ihsanlarda bulunurdu. İdari ve mali icraatından ahali memnundu. Saltanatı zamanında huzur, sükun ve istikrar hakim olmuştur.

İbrahim Han, içişlerini düzene koyduktan sonra dıştaki düşmanlarla olan ihtilafları halletmeye başladı. İran-Safevi Devleti ile 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşmasını yeniledi. Avusturya meselesi 1606'da yapılan Zitvatoruk Antlaşmasına 1642'de ilaveler yapılarak, halledildi. Rusların Karadeniz sahillerine Kazaklar vasıtasıyla yaptığı saldırıları durdurmak için, Siyavuş Paşa donanmanın başına getirildi. Kırım Hanlığı'na da 1644'te III. Giray Han tayin edildi. Karadeniz sahilindeki Don Kazakları'nın işgal ettiği kaleler alınarak, İslam eserleri kurtarıldı. Azak, Osmanlıların eline geçince, Rus ordularının saldırıları durdurularak, bölgeden uzaklaştırıldılar.

Dahiyane bir taktikle Silahtar Yusuf Paşa kumandasındaki donanma ile 24 Haziran 1645'te Girit'e asker çıkarıldı. Hanya kalesi kuşatılarak alındı. 1646'da Kaptan-ı Derya'lığa tayin edilen, fevkalade kuvvet ve cesaretinden dolayı "Deli" lakabıyla tanınan Hüseyin Paşa; Girit'in fethiyle vazifelendirildi. Venediklilerle uzun süren mücadelelere başladı. Esterni Kalesi, Resmo alınarak Kandiye işgal edildi. Deli Hüseyin Paşa'nın şöhreti bütün Avrupa'ya yayıldı.

Sultan İbrahim devrinde maliye düzeltilip, milletin kıtlık çekmemesi ve israfın önlenmesi için fermanlar çıkarıldı. Sultan çok cömert ve insaf sahibiydi. İzinsiz yıktırılan kiliseleri yeni baştan tamir ettirdi.

Sultan İbrahim Han devrine kadar uzanan Osmanlı kaynaklarında -bir tanesi hariç- bu Osmanlı sultanının akli muvazenesinin bozuk olduğuna dair hiçbir bilgi yoktur. Bu kaynaklar, İbrahim Han'ın meziyet ve icraatlarından övgüyle söz etmekte, bedeni bir kusuruna dair herhangi bir imada bile bulunmamaktadır. Ancak, son zamanlarda yazılmış bazı kitaplar, İbrahim Han için "deli" lakabını kullanmaktadır. Bu lakap Karaçelebizade Abdülaziz'in yazdığı Zeyl-i Kavzatü'l Ebrar kitabında da geçmektedir. Ancak bu Abdülaziz, Sultan İbrahim Han'ın tahttan indirilmesinde ve daha sonra öldürülmesinde baş rolü oynayanlardan biri olduğundan Sultanı suçlayan sözleri şahsi kalmakta ve tarih için kıymetli kabul edilmemektedir. Ayrıca muteber kitaplarda, bu Abdülaziz'in son derece kindar bir tabiatı olduğuna da dikkat çekilmektedir.

Sultan İbrahim devrinin en çok bahsedilen olaylarından biri de, eski Erivan kumandanı Erin Mirgünoğlu Yusuf Paşa'nın başının kestirilmesidir. Dördüncü Murat Han 1635 İran-Revan seferinde Revan kalesini fethettiğinde kale kumandanı Mirgünoğlu esir edildi. Padişahtan af dileyen Mirgünoğlu, affedilerek "şiilik propagandası yapmamak" şartıyla kendisine paşalık rütbesi ve ayrıca Emirgan'da bir saray verildi. Mirgünoğlu, Murat Han'ın vefatına kadar burada kaldı. İbrahim Han'ın Osmanlı tahtına geçmesiyle, sözünde durmayıp, bölücü ve yıkıcı propaganda faaliyetlerine başladı. Mirgünoğlu'nun sefih, ayyaş ve ahlaksız hareketleri görülüp, müslümanları aldatmaya çalıştığı tespit edilince İbrahim Han tarafından başı kestirildi.

Osman Bey

Osmanlı Devleti'nin Kurucusu


Saltanatı: 1299-1326
Babası: Ertuğrul Gazi -Annesi: Hayme Hatun
Doğumu: 1258 Vefatı: 1326


Oğuzların Kayı boyundan, Türkiye Selçuklularının uç beyi Ertuğrul Gâzi'nin oğlu olup, 1258 senesinde Söğüt'te doğdu. Küçük yaştan îtibâren İslâm ilimlerini öğrenen Osman Gâzi, ayrıca mükemmel bir askerî tâlim ve terbiye gördü. 1277'de Anadolu'nun İslâmlaştırılıp, Türkleşmesi faâliyetlerine katılan gönül sultanlarından ve ahîlerden biri olan Şeyh Edebâlî'nin kızı ile evlendi. Babası Ertuğrul Gâzi'nin 1281'de vefatı üzerine bey seçilip idâreyi ele aldı.

Osman Bey, Kayıların başına geçince Söğüt'ü kendisine merkez yaparak Akçakoca, Gâzi Abdurrahman, Aykut Alp ve Konur Alp gibi beylerle Bizans'a karşı fetihlere girişti. 1285'te Kulaca Hisarı fethedildi. 1288'de İnegöl ve Karacahisar tekfurlarının kuvvetlerini Ekizce'de bozguna uğrattı. Bu savaşta Osman Gâzi'nin kardeşi Saru Batu şehit oldu.

Osmanlıların daha sonra Karacahisar, Taraklı ve Göynük'ü elde etmesi üzerine, bölge tekfurları ittifak ederek Osman Gâzi'yi bir düğün münasebetiyle öldürmek istediler. Dostu, Harmankaya hâkimi Köse Mihal'in (ki daha sonra İslâmiyet'i kabûl ederek Mihal Gâzi adını almıştır.) haber vermesi ile vaziyeti öğrenen Osman Gâzi süratle harekete geçerek Bilecik ve Yarhisar'ı zaptetti. Gelini ele geçirerek Nilüfer adını verip, oğlu Orhan Gâzi ile nikahladı.

1299'da Türkiye Selçuklu sultanlığındaki iktidar boşluğundan faydalanan Osman Gâzi istiklâlini îlân etti. 1301'de Yenişehir'i alarak İznik ve Bursa'nın fethinin yolunu açtı. Bursa, Kite ve Atranos tekfurlarının kuvvetlerini Koyunhisar mevkiinde bozguna uğrattı. Bu zaferden sonra Kestel, Kite ve Ulubat kaleleri Osmanlıların eline geçti.

1308'de İznik'in en mühim ileri karakolu olan Karahisar ele geçirildi. Böylece İznik-İzmit karayolu Türklerin hâkimiyetine girmiş oldu. Osman Bey artık başta Bursa olmak üzere İznik ve İzmit'in zabtını ilk hedef olarak görüyordu. 1314 yılında başlayan Bursa kuşatması, on seneden fazla sürdü. 1324'de hastalanan Osman Bey, kumandayı oğlu Orhan'a devretti.

Osman Gazi sâlih bir müslüman olup, İslam ahlâkının iyi ve güzel vasıflarına sahipti. Az sayıdaki aşiret kuvvetleriyle Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlup edip zaferler kazanarak dünyanın en uzun ömürlü hânedânını ve en büyük devletlerinden birini kurdu. Bir taraftan fetihlere devam ederken, diğer taraftan devlet teşkîlâtının müesseselerini mükemmel bir şekilde kurmaya ve sistemleştirmeye çalıştı. Ömrü, Rum kâfirleri ile savaşmakla ve İslâmiyet'i yaymakla geçti. Vefat edeceği zaman, oğlu Orhan Bey'e gönderdiği vasiyetnâmesi, İslâmiyet'e olan sevgi ve saygısını ve Türk milletinin rahat ve huzurunu düşündüğünü ve insan haklarına da gönülden bağlılığını açıkça bildirmektedir.

Osman Gâzi'nin, Oğlu Orhan Gâzi'ye Nasihatı

"Oğul! Din işlerini her şeyden evvel ele alıp, yürütmek gayret ve esasını daima göz önünde bulundur ve bu esası sakın gevşekliğe uğratma. Çünkü bir farzın yerine getirilmesini sağlamak, din ve devletin kuvvetlenmesine sebep olur.

Din gayretine sahip olmayan, sefahate düşkün olan, tecrübe edilmemiş kimselere devlet işlerini verme! Zira, yaratanından korkmayan bir kimse, yarattıklarından da çekinmez.

Zulümden ve hangisi olursa olsun bid'atten, yani İslâmiyet'e aykırı şeylerden son derece uzak dur! Seni zulüm ve bid'ate teşvik edip sürükleyenleri, devletinden uzaklaştır ki, bunlar seni yıkılışa sürüklemesinler.

Allahü teâlânın rızası için, devlet hizmetinde ömrünü tüketen devlet adamlarını daima gözet. Böyle kıymetli kimselerin vefatından sonra, aile efradını koru, ihtiyacı olanların da ihtiyacını karşıla, tebeandan hiç kimsenin malına mülküne dokunma. Hak sahiplerine hakkını ver, layık olanlara ihsan ve ikramlarda bulun ve ailelerini de gözet. Özellikle, devletin ruhu mesabesinde olan ve en büyük dayanağı bulunan asker taifesini güzelce idare edip rahatlarını temin eyle.

Devletin bedeninde kuvvet mesabesinde olan hakiki alimleri ve fazilet sahiplerini, edip ve yazarlarını, sanat erbabını gözetip koru. Onlara hürmet, ihsan ve ikramda bulun. Bir ülkede, olgun bir alimin, bir arifin, bir velinin bulunduğunu duyarsan, uygun ve layık bir usul ve ifade ile onu memlekete getirt. Onlara her türlü imkanı tanıyarak ülkene yerleştir ki, hükümetin süresince alim ve arifler, bilginler memleketinde çoğalsın. Din ve devlet işleri nizama oturup ilerlesin.

Sakın, orduya ve zenginliğe mağrur olma. Hakiki alim ve ariflere, bilginlere hürmet edip, sarayında onlara yer ver. Benim halimden ibret al ki, zayıf, güçsüz bir karınca misali, hiç layık olmadığım halde buraya geldim ve Allahü tealanın nice ihsanlarına ve inayetlerine kavuştum. Sen de benim uyduğum ve uyguladığım nizamı uygula. Muhammed aleyhisselâmın dinini, bu yüce dinin mensuplarını ve itaat eden diğer tebeanı himaye eyle! Allahü teâlânın hakkını ve kullarının hakkını gözet. Dinimizin tayin ettiği beytülmaldeki gelirin ile kanaat eyle! Devletin zaruri ihtiyaçları dışında sarfiyatta bulunmaktan son derece sakın! Senden sonra geleceklere de aynı nasihatlerde bulun ve iyice tembih eyle. Daima adalet ve insaf üzerine bulun. Zulme meydan verme. Herhangi bir işe başlayacağın zaman Allahü teâlânın yardımına sığın! Tebeanı, düşmanların ve zalimlerin saldırılarından koru. Haksız olarak hiç kimseye muamelede bulunma. Daima halkını hoşnut edecek şeyleri arayıp, yapılmasını sağla. Onların gönüllerini kazanmayı, bunun devamını ve artmasını büyük nimet bil! Tebeanın sana olan güveninin sarsılmamasına son derece dikkat eyle!"

Osman Bey'in Rüyası

Bizans'ın hakimiyetindeki batı Anadolu sihat diyarı olduğundan, bölgede gaza niyetiyle pek çok kumandan, mücahit derviş ve herbiri gönül sultanı şeyh ve alim bulunuyordu. Osman Gazi, Anadolu'nun İslamlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül sultanlarından ve ahilerden biri olan Karamanlı Şeyh Edebali'nin sohbetlerini hiç kaçırmamaya gayret ederdi. 1277 senesinde, Edebali hazretlerinin dergahında misafir olduğu bir gün acaip bir rüya gördü. Rüyasında, hocası Edebali'nin koynundan bir ayın çıkıp, kendi koynuna girdiğini, arkasından da kendi göbeğinden bir çınar ağacının bitip, alemi tuttuğunu, gölgesinde nice dağların bulunup, nehirlerin aktığını, bir çok insanların kaynaştığını, kimisinin bahçe ve tarla sulayıp, kimisinin çeşmeler akıttığını gördü. Gördüğü rüyayı ertesi gün hocasına anlattı. Şeyh Edebali O'na; "Müjde ey Osman! Hak teala sana ve senin evladına saltanat verdi. Bütün dünya, evladının himayesinde olacak, kızım Mal Hatun da sana eş olacak." deyip rüyasını tabir etti. On dokuz yaşında iken Şeyh Edebali'nin kızı Mal Hatun ile evlendi. Bu izivaçtan Orhan Gazi doğdu. Orhan Gazi'nin doğduğu sırada, Ertuğrul Gazi de vefat etti (1281). Bazı kaynaklarda Edebali'nin kızının adı Bala Hatun olarak geçmekte ve Mal Hatun'un Ömer Bey'in kızı olduğu yazılmaktadır.


English Biography

OSMAN GHAZI

Osman Ghazi is the founder of Ottoman Empire. His state was called Ottoman (Osmanli), in reference to his name. Establishment of Ottoman state constitutes a series of miracles. A state founded near Sogut, developed suddenly and became a giant empire. Ten sultans acceding the Ottoman throne were energetic and skillful in state governance and were great commanders at the same time. No nation's history showed conqueror sultans succeeding each other for a period of three centuries. After Osman Ghazi, Orhan Gazi, Murat Hüdavendigâr, Yıldırım Bayezid, Mehmet Çelebi, Murat the 2nd, Fatih Mehmet, Bayezid'ı Veli, Yavuz Selim and Süleyman the magnificent ascended the throne. No other continuous and long-living state was established in world history other than Rome and Ottomans. The state established by Osman Ghazi lasted for exactly 624 years

Therefore, Osman Ghazi is a notable and powerful state founder. Ottoman history is full of great events. The works of Ottoman civilization still stand with all their grandeur.
Osman Ghazi was born in Sogut in 1258. His mother was Hayme Ana. His father was Ertugrul Ghazi, his grandfather was Suleyman Shah. His real name is Otman. The word "Ot" meant "fire" and "man" meant "man" in old Turkish. Osman Ghazi is from Kayi clan of Bozok branch of Oghuzes.

Oghuzes were called Turkmen after they accepted Islam. All Kayis wore Turkmen clothes. Those were fair skinned, brown haired, hazel eyed people. They were strong in body and high in morals. Kayis never mingled with Mongols or Persians or Arabs or Christian nations in order to protect their racial features and spiritual nobility. Turks filling Anatolia kept all of their moral qualities and virtues of being a Turk. Their world domination idea living in their spirit was never eliminated. Therefore, they always conquered continents as raiders, and dominated on many nations.

Osman Ghazi was brought up in Sogut. He took part in wars together with his father. He was a brave and stouthearted youth. He was of medium height, had broad shoulders, long arms, round face, hazel eyes, ram nose, and circular beard and he was black beetle-browed. He was both a good soldier and interested in literature. We find the following poem of his in Hayrullah Tarihi.
Kurt olup, gel gir sürüye
Aslan ol, bakma geriye
Çar edüp, haydi çeriye
Dil geçidini hisar yap

Osman Ertuğrul oğlusun,
Oğuzhan Karahan neslisin,
Hakkın bir kenter kulusun
İstanbul'u aç gülzar yap!

A love story he experienced in his youth is still known. He used to go frequently to the house of a sheik inhabiting in a village called İtburnu in the vicinity of Eskişehir. This person was one of ahi saints. Sheik Edebali had a very beautiful daughter called Balahün. Osman Ghazi fell in love with this girl. Although he wanted her from her father, the Sheik replied that he would not give his daughter to the son of an emir. However, Osman was really in love with Balahün.

One night he had a dream. In his dream, he was lying down next to Sheik Edebali.Then a moon rose from Edebali's body. After rising, it set and went into Osman's body. Then a tree rooted on Osman's belly grew. It grew and turned green. It covered all mountains with the shadow of its branches. He saw four rows of mountains next to the tree, which were Caucasian, Atlas, Toros and Balkan mountains. Tigris, Euphrates, Nile and Danube rivers originated from the roots of the tree. The waters from those mountains were flowing among gardens of rose and cypress. There were ships sailing on them like sea. Farms were full of crops. The hills of mountains were coated with dense forests. There were cities in all parts of valleys. All of those cities had a moon over their golden domes, muezzins were calling to prayer from numerous minarets, the sounds of which mingled with the tweets of nightingales and colorful parrots and birds. The leaves of the tree began to get longer like sheaths of swords. Then a wind blew and turned the leaves of the tree to Istanbul The city was shining like a diamond between two gems and emerald between two seas and lands, thus forming the gem of a ring embodied by a wide country covering the whole world. Osman woke up while wearing that ring.

He went and told his dream to Sheik Edebali. Sheik laughed and said:
Osman, God bless your and your generation's sultanate. My daughter Balahun be your wife. Let's make the wedding immediately. Osman came together with his beloved girl thanks to this dream. But the first wife of Osman Ghazi is Malhatun, the daughter of Omer Bey who was a Turkmen Bey. Malhatun is the son of Orhan Ghazi.

When Ertugrul Ghazi died, Osman became the Emir, succceding him. He continued warring against Byzantium like his father. However, Byzantium despots decided to kill Osman. They attempted to do this with tricks, not war. Bilecik Governor was to marry the daughter of Yarhisar Governor. They decided to invite Osman Bey to this wedding and kill him there. However, Osman Ghazi found out their secret decision.

Osman Ghazi used to commend his goods to Bilecik Governor every time he went to a plateau. He had his goods prepared to be sent to Bilecik the same way as usual. However, he put weapons in the goods this time. He made about forty soldiers wear women clothes. He prepared them to send to Bilecik. The next day, he went to the wedding together with his son Orhan. In a moment after the wedding started and people were eating, the soldiers wearing women clothes entered the castle and killed the guards. Some of the soldiers placed themselves in trenches. When Greek Governor acted to kill Osman Ghazi, Osman Ghazi started to run toward the castle pretending to escape. The governor and Greeks followed him. But when they reached the trenches, they suddenly were surrounded by soldiers lying in wait. A bloody struggle began between the attacking soldiers and Greeks. Orhan became very useful in this war. The governor died with a severe wound. The bride, Holofira, was taken captive with her bridal veil. Osman Ghazi gave this beautiful Greek girl to his son Orhan Bey as the right of his sword. Former historians write that the name of this girl was Nilüfer Hatun, however, this name belongs to another girl in fact. Nilufer Hatun is a Turkmen girl, who is the first wife of Orhan Ghazi. Nilufer Hatun is the mother of Suleyman Pasha and Murat Hudavendigar.

In this period, Seljukian Sultans were totally ruled by Mongol Ilhanlis. No Seljukian domination remained in Anatolia. The unity of Anatolia went bad with various emirates in various regions. The Mongols were robbing Anatolian people. In this condition, Seljukian Sultan Giyasettin Mesut the 2nd, seeing the successes of Osman Ghazi, sent a decree to him. Osman Bey read aloud this decree before all ghazis (1284). And since it was totally approved, he continued warring against Byzantium, and conquered many territories. So, Seljukian Sultan sent him a banner, flag, Tabil and a golden sword as the signs of independence. In addition, he sent a white standard (1289).

After some time, Kayi Beys, seeing that Seljukian sultans were only a shadow in Anatolia, held a meeting and spoke as follows to Osman Ghazi: You are from Kayihan generation. Kayihan is among Oghuz beys. According to Oghuz rules, Khan post is Kayi generation's. You are worth of being a khan, we want to declare your being a khan.
In the meeting, there were people like Ahi Evren founder of Trade-Guild, Hacı Bektaş Veli, the founder of Bektaşi sect, Sheik Edebali, father-in-law of Osman Ghazi. Oghuz Emirs made him sit on a white felt and lifted up for nine times. They took an oath before him.

They cried out:
God Bless Drink, health, and sultanate for you! while drinking koumiss. That day was a great festival for Turk history. Osman Ghazi declared independence being elected as a khan in 1299. Hacı Bektaş Veli made Osman Khan wear a felt quilted turban in Horasan Style, Ahi Evren made him wear his sword. After that, band of musicians played music. After that the Seljukian decree was read. Osman Khan read this decree standing in the evening. Nine flags were erected in front of his tent.

The whole ceremony was made according to Oghuz rules. Thus, Osman Ghazi became the founder of Ottoman State. They found it appropriate to assign Karacahisar as the first government center of Ottomans. The first Sermon was read by Tursun Fakih.But money was not printed in his name.

When Osman Ghazi declared his independence, he had the following regions under his domination: Karacadağ, Domaniç, Söğüt, Karacahisar, Eskişehir, Bilecik, İnegöl, Yarhisar, Çakırpınar, Taraklı Yenicesi, İnönü, Köprühisar and Bozöyük. He occupied Yenişehir and Yunthisar in the third year of his sultanate. Then the capital city was transferred to Yenişehir. He divided his country into five administrations. He gave Sultanönü to his son Orhan Bey, Eskişehir to his elder brother Gunduzalp, Inönü to Aykut Alp, Yarhisar to Hasan Alp, Inegöl to Turgut Alp. He left Bilecik to his other son Alaeddin Pasha and his father-in-law.

Then Osman Ghazi conquered Köprühisarı in 1302, Koyunhisarı in 1306. He sent his son Orhan Ghazi to invade Bursa. Bursa was invaded in 1326. At the same time, Osman Ghazi was in bed with Podagra disease. He called Orhan Ghazi, his son to him. There were Ahi Şemseddin, Ahi Hasan, Turgut Alp, Saltuk Alp by his bed. He said before those people: My first will to my Sons and friends is as follows: Continue warring and fighting. Reach perfect jihad and keep flag up, always. He, who among my grandsons, refrains from the right path and justice, I pray, he deprives of the mediation of the Prophet in the judgement day!

Then he turned to his son Orhan:
My Son; no sultan in the world disobeyed death. Now, death drew near with judgement and will of God. In this spiritual journey, I have to give up hope of earthly blessings. My son, I commend this state, this emirate to you. I commend you to Allah. Hold laws superior in all of your works. Love soldiers and people like your relatives, give their rights completely!

After having said those words, he wished to be buried in Bursa Gumuslu Kumbet. After a short time, he passed away in his 69 in 1326.

Osman Ghazi ruled for 19 years as an emir and 27 years as a sultan. There were no precious goods such as gold, and silver left in his heritage. There were a new turban cloth from Denizli Cloth, a horse armor, a saltcellar, a spoon holder, a pair of boots, red-colored flags from Alaşehir textiles, a two ended sword, a quiver, a wooden throne, a sword, a few horses, and three flocks of sheep. The heritage of Osman Khan, who left a great state to Turkish nation as a consequence of his long lasting wars, consisted merely of those. Osman Ghazi did not receive salary from state treasury as a sultan, but lived on his sheep. He was unique in self-sacrificing as a great sultan of a great race.

3. Mehmed

Osmanlı sultanlarının onüçüncüsü ve İslam halifelerinin yetmişsekizincisi

Saltanatı: 1595-1603
Babası: III. Murad Han - Annesi: Safiye Valide Sultan
Doğumu: 26 Mayıs 1566 Vefatı: 21 Aralık 1603

III. Murat ile Safiye Sultan'ın oğlu olan Mehmet, Manisa'da 1566'da dünyaya gelmiştir. Şehzadeliğinde İbrahim Cafer Efendi, Haydar Efendi ve Pir Mehmet Azmi Efendi gibi devrin tanınmış alimlerinden tahsil ve terbiye gördü. 1583'te Manisa sancağı valiliğine tayin edildi. 1595'te babasının vefatı üzerine Osmanlı tahtına çıktı.

III. Mehmet Han tahta çıktığında Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki harp bütün şiddeti ile devam ediyordu. Bu arada papanın teşviki ile Osmanlı Devleti'ne tabi Erdel, Eflak ve Boğdan voyvodalıkları isyan ettiler. Bu tehlikeli gelişme üzerine Mehmet Han bizzat ordusunun başında Avusturya seferine çıktı. 12 Ekim 1596'da Eğri kalesini fethetti. Eğri'ye geri almak için harekete geçen Arşidük Maximilyen'i Haçova meydanında karşıladı. Şiddetle cereyan eden savaşın başlangıcında Osmanlı ordusu bozuldu. Düşman kuvvetleri padişahın otağının yanına kadar geldiler. Ancak Hoca Sadeddin Efendi'nin duası ve padişahı ikna ederek yerinde tutması, padişahın da hocasına teslimiyet ve sebatı neticesinde Osmanlı ordusu toparlandı. Ordu gerisindeki hizmetlilerin de savaşa iştirakiyle düşmana ağır bir darbe indirildi (26 Ekim 1596). Kaynaklara göre 50 bin Avusturya askeri telef oldu. Önemli miktarda silah ve cephane ele geçirildi. Sultan bu seferin sonunda Eğri fatihi ünvanını aldı.

Haçova zaferinden sonra, Sokulluzade Hasan Paşa'yı Avusturya cephesi serdarlığına tayin eden Sultan Mehmet Han İstanbul'a döndü. Bu durumdan faydalanan Avusturyalıların bir kolu Yanıkkale'yi muhasara ederken diğer bir kolu Tata kalesini zaptetti. Hızlı hareket eden Satırcı Mehmet Paşa Yanıkkale üzerine yürüyüp kaleyi muhasaradan kurtardı. Buna rağmen kale 1598'de ani bir baskın sonucu Avusturyalıların eline düştü. Eflak kuvvetleri Niğbolu'da Osmanlı kuvvetlerini yenerken, Budin de Avusturyalılarca muhasara edildi. Bu mağlubiyet üzerine III. Mehmet Han, Damat İbrahim Paşa'yı sadrazamlığa getirdi. Öncelikle orduda disiplini sağlayan İbrahim Paşa, ileri hareketle Erdel, Boğdan ve Eflak voyvodalıklarının Osmanlı Devleti'ne olan bağlılıklarını artırdı. Sonra 1600 yılında Kanije üzerine yürüyerek kaleyi fethetti. Kanije, beylerbeylik haline getirilip Tiryaki Hasan Paşa'ya verildi. İbrahim Paşa ertesi sene tekrar sefere çıkacağı sırada vefat etti ve yerine Yemişçi Hasan Paşa getirildi.

Öte yandan Avusturya kuvvetleri Arşidük Ferdinand komutasında büyük kuvvetlerle gelerek Kanije'yi muhasara ettiler. Fakat Tiryaki Hasan Paşa'nın Türk tarihinde bir kahramanlık nişanesi ve askeri sevk ve idarede bir maharet örneği olan müdafaası sayesinde Avusturya ordusu hezimete uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldı.

Avusturya cephesindeki harbin uzun sürmesi Anadolu'da celalî hareketlerinin artmasına yol açtı. Hükümetin harpler dolayısıyla celalîlerle fazla ilgilenememesi Anadolu'yu tam bir huzursuzluk içinde bıraktı. Osmanlı Devleti'nin bu vaziyetini fırsat bilen İran Şahı I. Abbas, Avrupa devletleriyle ittifak ederek Tebriz üzerine yürüdü ve şehri işgal etti. Doğuda aleyhte gelişen bu faaliyetler üzerine Sultan Mehmet Han celalî liderlerinden Deli Hasan'a Bosna beylerbeyliğini vermek suretiyle Anadolu'da sükuneti sağladı. Trabzon'da bulunan Saatçi Hasan Paşa'yı da İran seferi serdarlığına tayin etti.

Cephelerdeki harpler devam ederken üzüntüsünden hastalanan III. Mehmet Han, 1603 senesinin 20/21 Aralık gecesi vefat etti. III. Mehmet Han çok nazik, halim-selim, vakur, kerim, edip, salih ve abid bir şahsiyete sahipti. Sancak beyliğinden saltanata gelen son Osmanlı padişahıdır. Bütün Osmanlı padişahları gibi iyi bir şair olup şiirlerinde Adlî mahlasını kullanmıştır. Beş vakit namazını cemaatle kılardı. Devrin kaynakları, dindarlığını, Hazret-i Muhammet, dört halife, Eshab-ı kiram ve alimlere son derece hürmetkar olduğunu yazmaktadır.

Kanuni Sultan Süleyman

İslam Halifelerinin Yetmişbeşincisi


Yönetim Süresi: 1520-1566

Babası: Yavuz Sultan Selim
Annesi: Hafsa Sultan

Doğumu: 27 Nisan 1495
Vefatı: 7 Eylül 1566


1509 yılında Kefe sancakbeyliğine gönderilinceye kadar babasının yanında kaldı. Bu süre içinde iyi bir öğrenim ve eğitim gördü. Babası Yavuz Sultan Selim'in 1514 İran ve 1516 Mısır seferleri sırasında Rumeli'nin muhafazası ile görevlendirildi ve Edirne'de oturdu. Babasının vefatıyla 30 Eylül 1520 tarihinde 26 yaşındayken Osmanlı tahtına çıktı.

Kanuni Sultan Süleyman Belgrad'ın fethi (1521) ile Orta Avrupa’nın, şövalyelerin üssü olan Rodos'un zaptı (1522) ile de Akdeniz hakimiyetinin kapılarını devletine açtı. 1526'da yüz bin kişilik ordusuyla ve üç yüz kadar top ile Mohaç Ovası'nda Macar ordusuyla karşılaştı. Bu durumda sancaklarını açık ellerini semaya doğru kaldıran sultan; "Ya Rabbi! Senin kudret ve himayeni diliyor, Hazret-i Muhammet'in ümmetine yardımını niyaz ediyorum" diye yalvardı. Tarihin bu en büyük meydan savaşında düşman ordusunu yok eden Kanuni, 20 Eylül'de Macaristan'ın başşehri Budin'e girdi. 1529'da Viyana muhasara edildi ise de kuşatma vasıtalarının getirilmemesi ve kış mevsiminin yaklaşması üzerine neticesiz kaldı. 1532'de Alman seferine çıkan Kanuni, Viyana'yı arkada bırakarak Gratz, Marburg, Gunss ve daha bir çok Alman şehirlerini zaptetti. Yedi ay Avrupa içlerinde dolaştığı halde imparator karşısına çıkmaya cesaret edemeyince geri döndü.

1534'te Safeviler üzerine sefere çıkan Sultan, Bağdat ve Basra'yı zaptetti. Bağdat'ta evliya kabirlerini ve Kerbela'da Hazreti Ali ve Hazreti Hüseyin'in makamlarını ziyaret eden Kanuni, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin kabrine türbe ve yanına imaret yaptırdı. Fetih hareketlerine devam eden Kanuni, 1535'teTebriz'i zaptetti. 1537'de İtalya seferine çıkarak, Otranto'ya kadar ilerledi.

Karalarda cihan hakimiyetini eline geçiren Kanuni Sultan Süleyman, Barbaros Hayrettin Paşa vasıtasıyla denizlerde de Osmanlı Devleti'nin gücünü gösteriyordu. Nitekim bu büyük deniz komutanı haçlı donanmasını 27 Eylül 1538'de Preveze'de imha ederek, müstesna bir zaferle Akdeniz'de tam bir Türk hakimiyeti kurdu. Kanuni Süveyş'te kurduğu donanma ile de Kızıldeniz'i ve Arabistan sahillerini emniyet altına aldı ve Avrupalıları Hindistan sahillerinden uzaklaştırmaya başladı.

Bu fetihleri; 1543'te Estergon, Nis ve İstolni-Belgrad, 1551'de Trablusgarb'ın zaptı ve 1553'te Nahcıvan Seferi takip etti. İhtiyar ve hasta bir halde iken 1566'da yine cihada çıkan bu büyük Türk sultanı, Zigetvar kalesinin zaptı sırasında top sesleri arasında 72 yaşında iken vefat etti. Naşı Süleymaniye'deki türbesine defnedildi.

Türklerin kendisine Kanuni ve Gazi, Avrupalıların ise "Muhteşem" dedikleri Süleyman Han, babasından devraldığı 6,557,000 kilometrekarelik Osmanlı toprağını, yaptığı fetihlerle 14,893,000 kilometrekareye ulaştırdı. Bulunduğu yüzyıl, dünya tarihine Türk asrı olarak geçti. Bu asırda her sahada dahi devlet ve ilim adamları yetişti. Nitekim sadrazamı İbrahim Paşa, Lütfi Paşa, Sokullu Mehmet Paşa; şeyhülislamı Kemal Paşazade, Ebüssuud Efendi, şairi Baki, Fuzuli; sanatkarı Mimar Sinan; kaptan-ı deryası Barbaros Hayrettin Paşa olan bir devletin padişahı Kanuni olurdu.

Sultan Süleyman Han'ın asıl adından daha fazla bilinip, şöhreti olan Kanuni ünvanı, önceki Osmanlı kanunnamelerini ve devri icabı lüzumlu hükümleri Kanunname-i Al-i Osman adı altında, İslam hukuku esasları dahilinde toplattırıp tanzim ettirmesinden ileri gelmektedir. Kanuni hareket ve sözleri güzel, aklı kamil, nezaketli, irfan sahibi, sözleri tatlı, alim, hakim ve şairlere dost, bütün maddi-manevi iyilikleri şahsında toplamış emsalsiz bir padişahtı.

Pek çok hayrat ve iyilikleri olan Kanuni, imar faaliyetleriyle de uğraştı. Memleketin hemen her yerinde camiler, mescitler, medreseler, hamamlar ve çeşmeler inşa ettirdi. Mimar Sinan'ın yaptığı Süleymaniye Camii de bu devirde Türk azameti devrinin tacını teşkil etmiştir. Koca Mimar Sinan büyük Hakan'a; "Padişahım sana öyle bir cami inşa ettim ki, kıyamete değin ayakta duracak bir metanete sahiptir." diyerek bu güzel eserini takdim etmiştir.

Pek çok özellikleri yanında büyük bir şair olan Kanuni Sultan Süleyman'ın hastalığında yazdığı şu beyti yüzyıllardır dillerde söylenmektedir.

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.



Bir olay

Fransa Kral`i bir gün Alman Imparatoru Sarlken´e esir düser. Bunun üzerine validesi derhal Osmanli imparatoru Kanuni Sultan Süleyman Han´a münacat´ta bulunarak yardim ister. Süleyman Han, derhal Alman Imparatoruna bir name yazdirir :

" Biz ki, diyar-i Trablusgarbin, diyar-i Libyanin, diyar-i Misirin, diyar-i Rumun, diyar-i ... vesaire´nin fatihi, Sultan Süleyman Han´iz. Sen ki, Almanya Eyaletinin Kral´i Sarlken´sin. Sana deriz ki, tez Fransiz Kral´i kulumuzu serbest birakasin ". Muhtesem Süleyman´in koskoca Almanya Imparatoruna olan hitabi iste bu sekilde olur.Yazdirdigi o nameyi Alman Kralina göndermek icin bir Pasa dahi tayin etmeye tenezzül etmeyen Süleyman Han, bu ise siradan bir Cavusu vazifelendirmekle iktifa eder. Tabii neticemi ? Fransiz Krali derhal serbest birakilir. Koskoca Kanuni Sultan Sülayman´a karsi durmak öyle kolay degildir.



HAKKINDA YAZILANLAR

1.Kanuni Sultan Süleyman
Hayatı / Mefkuresi / Mücadelesi
Yavuz Bahadıroğlu
Yeni Asya Yayınları / Biyografiler Dizisi

Bir devlet adamı düşünün ki, 46 yıl boyunca ülkesini dünyanın daima zirvede ülkesi olarak idare etmeyi başarmış olsun.
e bir padişah düşünün ki, yarım asra yaklaşan idaresi süresince ülkesinde günümüze ışık tutacak hürriyet ve eşitlik prensiplerine uygun bir idare tatbik etsin.
İşte bütün idaresi boyunca seferler, zaferler, adalet, eşitlik ve huzur dolu ülkesini uzun süre zirvede tutmayı başarmış bir devlet adamı:
Kanuni Sultan Süleyman.



HABER


KANUNÎ VE ŞEHZADE MUSTAFA
BERNARDO NABAGERO – DOMENİCO TREVİSANO
Yeditepe Yayınevi

Balyos raporlarının Kanunî dönemine ait ikinci kısmında, Şehzâde Mustafa’nın öldürülmesi ve bu durumun orduda meydana getirdiği öfke bütün teferruatıyla anlatılmaktadır.

Venedik elçileri, ayrıca Osmanlı devlet teşkilatı, yeniçeriler ve acemioğlanları hakkında geniş açıklamalar yapmışlardır. Yine Kanunî ve Rüstem Paşa’yı analiz etmiş, padişahın oğulları hakkında bilgi vermiş, ayrıca Hürrem Sultan ile Mahidevran Sultan arasındaki çekişmeyle ilgili duyduklarını raporlarına almışlardır. Elçiler, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa devletlerine bakışını analiz edip, Fransa ile ittifakını anlatmışlardır. Bu raporlarda teferruatlı bir şekilde anlatılan bir diğer hadise de Kanunî’nin 1553 İran seferidir.

Sayfa Sayısı: 200
Ebat: 13,5x210
Kağıt: İthal Kağıt
Yayın Yönetmeni: Mustafa Karagüllüoğlu
Editör: ERHAN AFYONCU
Kapak Tasarımı: Sercan Arslan
Kategori: İnceleme - Araştırma
Basım Tarihi: Nisan 2012
ISBN: 978-605-4052-96-7
Kapak: Karton Kapak



HABER

Kanuni'nin iç organları bulundu mu?
8 Mayıs 2014

Gazi Üniversitsi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahimgil, 450 yıl önce Zigetvar seferi sırasında ölen Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının yerinin tespit edildiğini öne sürdü.

"450 yıl önce Zigetvar seferi sırasında ölen Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının gömülü olduğu yer bulundu."

Tarihçileri heyecanlandıran iddia Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Zeki İbrahimgil'den geldi.

Bir sempozyumda konuşan İbrahimgil, Osmanlı Padişahı'nın iç organlarınnı, Macaristan'ın Zigetvar şehrindeki Kanuni Camii'nin bahçesinde gömülü olduğunu söyledi.

İbrahimgil, "Sokullu Mehmet Paşa Vakfı'ndaki belgelerden, Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının Zigetvar şehrindeki Kanuni Camisi'nin bahçesinde bir yere defnedildiği tespit edildi. Hatta belgelerde Sokullu Mehmet Paşa'nın da defin sırasında orada olduğu da yazıyor. Bu henüz çok yeni bir bilgi, basın toplantısıyla detayları aktarılacak. Daha sonra ekip giderek, kazı apacak" diye konuştu.

YILLARDIR ARANIYOR
Osmanlı tarihinde önemli bir yere sahip olan Kanuni Sultan Süleyman Zigetvar seferi sırasında hayatını kaybetti. İç organları çıkarılan padişahın bedeni mumyalanıp İstanbul'a gönderildi.

Olaydan yıllar sonra Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı'nın (TİKA) desteğiyle organların gömüldüğü yer için arama çalışması başlatıldı.

Macar yetkililerin sürdürdüğü çalışmalara Türkiye maddi kaynak sağladı. Türk yetkililer de arşivdeki belgeleri taramaya başladı.

Yıllardır aranan bilgiye Sokullu Mehmet Paşa Vakfı'ndaki belgelerden birinde rastlandı. Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının gömülü olduğu belirtilen Kanuni Camii'nin bahçesinde kazı çalışmaları başlatılacak.

Kanuni'nin iç organlarının altın bir muhafaza içinde gömüldüğü iddia ediliyor.




HABER

Kanuni’nin mezarı bulundu
10 Aralık 2015

Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansının (TİKA) çalışmaları sonucunda, 1566’da Zigetvar kuşatması sırasında hayatını kaybeden Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının defnedildiği yer bulundu.

Macaristan’da farklı sektörlerde önemli projelere imza atan TİKA, faaliyetlerine hız kesmeden devam ediyor. Bu kapsamda TİKA’nın katkılarıyla Macaristan’da Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının gömülü olduğu Türbenin de bulunduğu Osmanlı yerleşkesi ortaya çıkarıldı.

Zigetvar Kuşatması sırasında vefat eden Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının defnedildiği Türbe’nin bulunmasına yönelik çalışmalar kapsamında, Macaristan ve Türkiye hükümetleri 2012 yılı itibariyle imzalanan anlaşmalar çerçevesinde tahsis edilen işbirliği ile ilk somut veriler elde edilmeye başlamıştı.

TİKA finansmanı ile oluşturulan Macar araştırma grubunun, Türk uzmanların da desteğinde mahallinde gerçekleştirdikleri tespit, jeofizik tarama ve arkeolojik kazı çalışmaları neticesinde elde edilen kanıtlar, uzun yıllardır bilim dünyasında süre gelen tartışmalara nokta koydu. Macaristan’ın Zigetvar şehrinde, Kaleye 4 km uzaklıkta bulunan ve Üzüm Tepesi olarak bilinen mahalde yapılan kazılar, içerisinde Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının gömülü olduğu Türbenin de bulunduğu Osmanlı yerleşkesini ortaya çıkardı.

Kanuni’nin Türbesi olduğuna dair çeşitli buluntular veren yapının yanı sıra cami, derviş tekkesi, (mevlihane) ve kışla gibi diğer unsurları da içeren Osmanlı yerleşkesinin gün yüzüne çıkması ile sadece Osmanlının muhteşem yüzyılının mimarı Kanuni’nin yüzyıllardır kayıp Türbesinin keşfi değil, Zigetvar Savaşında uygulanan kuşatma sistemi gibi birçok tarihi bilgiye erişimi de mümkün kılan bir Dünya tarihi hazinesi olacak.

Sadece Türk ve Macar değil tüm bilim dünyasını heyecanlandıran bu tarihi bulgu, 8 Aralık 2015 tarihinde Budapeşte’de gerçekleştirilen bir Bilimsel Panel ile tüm dünyaya duyuruldu. Araştırma Grubu, 1 yıl daha sürmesi öngörülen arkeolojik kazı çalışmalarının tamamlanmasının ardından tamamen orta çıkması planlanan yerleşkeye dair, tarihi verilerle uyumlu jeofizik taramalarına ilişkin bilgileri paylaştı. Panelde Zigetvar Anma Etkinlikleri Komitesi Başkanı Prof. Dr. Janos Hovari, T.C. Budapeşte Büyükelçisi Şakir Fakılı, TİKA Balkanlar ve Doğu Avrupa Dairesi Başkanı Dr. Mahmut Çevik, Macar Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü Başkanı Profesör Pal Fodor, Macar Araştırma Grubu Lideri Peç Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Norbert Pap ve Türkiye Araştırma Grubu lideri ODTÜ Mimarlık Bölümü Öğretimi Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Ali Uzay Peker’in konuşma yaptıkları toplantıda bu tarihi bulgunun; Macaristan ve Türkiye’nin verimli işbirliği, Türkler için Osmanlı topraklarını iki katına çıkaran İmparatorluğun en güçlü Hükümdarı olarak addedilen Kanuni Sultan Süleyman’ın kayıp Türbesinin keşif ile Macarlar içinse kaybetmiş olmalarına karşın kahramanca bir savunmanın simgesi olan Zigetvar Savaşının sembolü mahiyetinde olduğu ve bir dünya mirası olmasının ötesinde tarihi birçok gizeme de ışık tutacağı vurgulandı.

Tarihlerindeki savaşı dostluğa dönüştürebilen nadir ülkelerden olduğu ifade edilen Macaristan ve Türkiye arasındaki işbirliğinin kültür, bilim, sosyal alanlarda olduğu gibi iki ülke ortak kültürel mirasının korunması ve işbirliğinin artarak devamı ve gelecek nesillere aktarılması temennilerinde bulunuldu. Macar araştırma ekibi Başkanı Dr. Norbert Pap, 2012 yılından beri sözkonusu projeye her türlü desteği sunan TİKA Başkanı Dr. Serdar Çam’a hassaten teşekkürlerini bildirdi.

2. Beyazıt

Saltanatı: 1481-1512 
Babası: Fatih Sultan Mehmed Han 
Annesi: Sitti Mükrime Hatun 
Doğumu: 3 Aralık 1447 
Vefatı: 26 Ağustos 1512 

Küçük yaştan itibaren tam bir ihtimamla yetiştirilen şehzade Beyazıt, devrin en mümtaz alimleri elinde tahsil gördü. Yedi yaşında iken, Amasya valisi oldu. 1473 Otlukbeli Savaşı'na sağ kol kumandanı olarak katıldı. Babası Fatih Sultan Mehmet'in ölümü üzerine, 20 Mayıs 1481'de tahta geçti. 

Ancak Bayezid, kardeşi Cem Sultan'ın muhalefeti ile karşılaştı. Bursa'yı alan ve adına hutbe okutan Cem'e karşı, Yenişehir savaşını kazanan Bayezid duruma hakim oldu. Fakat Cem meselesi sona ermedi. Tersine olarak bu iş, doğu ve batı devletlerinin en çok ilgilendikleri bir problem halini aldı ve imparatorluk bu yüzden daimi bir tehdit altına girdi. Çünkü Papa, Cem vasıtasıyla Avrupa'da Osmanlılara karşı büyük bir ittifak kurabilmek için faaliyete girmişti. Ona göre Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması için en müsait vakit gelmişti. İşlerin tehlikeli bir yola girdiğini gören Beyazıt Han, bu sebeple 16 Ocak 1482'de Venediklilerle bir anlaşma imzalayarak hristiyanlığın en kuvvetli uzuvlarından birini felce uğrattı ve zahiren de olsa onların dostluğunu temin ederek, 17 yıl Osmanlılar aleyhindeki teşebbüslere seyirci kalmalarını sağladı. 

Boğdan voyvodasının yıllık vergisini ödememesi ve aleyhte faaliyetleri üzerine 1484 yılında sefere çıkan Bayezid, 15 Temmuz'da Kili ve 11 Ağustos'da Akkerman kalelerini fethetti. Bu sırada Sultan Beyazıt'ın Dulkadir Beyliği üzerindeki hakimiyet meselesi yüzünden, Mısır-Memlük sultanı ile arası açıktı. Daha sonra Memlüklülerin, Cem Sultan'a sahip çıkarak onu Beyazıt'a karşı kışkırtmaları ve Osmanlı hacılarına karşı güçlük çıkartmaları iki devlet arasında bir harbe sebebiyet verdi. Belirli aralıklarla altı sene süren savaş, küçük birliklerin vuruşmaları şeklinde cereyan etmiş ve kesin bir netice elde edilememiştir. 

Sultan Beyazıt, kardeşi Cem'in 1495'te Napoli'de vefat etmesinden sonra, Osmanlı Devleti'nin dış politikasına başka bir yön verdi. 1498 senesi ilk ve sonbaharında Silistre sancakbeyi Bali Bey kumandasında 40 bin kişilik akıncı birliği, Lehistan'a Osmanlı tarihinin en büyük akın hareketlerini gerçekleştirdiler. Bu arada Venediklilerin Mora üzerine tecavüzî hareketlerde bulunması üzerine de Sultan, 1499'da Mora seferine çıktı. 25 Ağustos'ta İnebahtı, 9 Ağustos 1500'de Modon ve 16 Ağustos'ta Koron Venediklilerden alındı. 

Beyazıt Han batıda daha önemli fetihlere başlama noktasında iken, doğuda büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldı. Bu sebepten dolayı, 1502'den sonra zamanını Safevi hükümdarı Şah İsmail'in türlü entrikalarını karşılamaya hasretti. Memlüklülerle birlikte ona karşı askeri tedbirler aldı. Fakat bilhassa onunla bir ihtilafa düşmemeye çalıştı. Çünkü Anadolu'da kalabalık bir halk kütlesi, Şah İsmail tarafını tutuyordu. Nitekim 1511'de patlak veren Şahkulu Baba Tekeli isyanında Kütahya'yı ele geçiren ayaklanmalar güçlükle bastırılabildi. 

Sultan Beyazıt'ın son yılları saltanatı ele geçirmek isteyen oğullarının mücadelesine de sahne oldu. Neticede kardeşlerine karşı daha dirayetli olan ve yeniçeriler tarafından da desteklenen oğlu Selim'e, Allahü teala mübarek etmesi dileğiyle saltanatı teslim etti (25 Nisan 1512).

Beyazıt Han daha sonra Dimetoka'daki saraya giderken Abalar köyü mevkiinde hastalanarak 26 Ağustos 1512 günü vefat etti. İlim sahibi, takva, adalet ve merhametten ayrılmayan, vakarlı ve hilmiyle meşhur bir padişah olduğu için "Veli Bayezid" olarak da bilinir. Beyazıt meydanında kendi külliyesi ile birlikte caminin inşası bitince padişah olduğu için; "Her kim ömrü boyunca ikinde ve akşam namazlarının sünnetlerini terk etmemiş ise, ilk Cuma namazında o imam olsun" buyurmuştu. Bu hususta kendisinden başka kimse çıkmamış, sulhde ve seferde hiçbir sünneti bırakmadığı için namazı kendisi kılmıştır. Sultan Bayezid'in mührünü taşıyan sayısız yazma eserin Türkiye ve Avrupa kütüphanelerinde bulunması onun kültür faaliyetleri arasında dikkati çekmektedir. Memleketin her tarafında imar faaliyetlerini devam ettirdi. Yaptırdığı en önemli eserler arasında, Amasya'da medrese, cami ve zaviye, Edirne'de bir darüşşifa ve İstanbul'da Beyazıt Camii, medrese ve imareti başta gelmektedir.



HABER

II. Beyazıt’ın özel eşyaları özel sergide
Zaman 24 Aralık 2012

Sultan II. Beyazıt’ın vefatının 500. yılı dolayısıyla 20 Aralık’ta gerçekleşen sempozyum kapsamında Topkapı Sarayı Müzesi Mukaddes Emanetler Bölümü’nde küçük bir II. Beyazıt sergisi açıldı. 28 Ocak 2013’e kadar sürecek sergide sultanın kılıç, yay, kaftan ve entari gibi özel eşyaları bulunuyor.

Sadece Topkapı Sarayı Müzesi envanterlerinde kayıtlı eserlerden oluşan sergide; sultanın altınla çekilmiş tuğrası ile şehirciliğe verdiği önemi gösteren beratı da yer alıyor. Sergide ayrıca 1481’den 1512’ye kadar tahtta kalan Sultan II. Beyazıt dönemine ait bir iki minyatürle bir iki kitap bulunuyor. Bunlar arasında önemli hattatlarımızdan Şeyh Hamdullah tarafından istinsah edilen bir örnek de var. 

Abdülmecid Han

İslam Halifelerinin doksanaltıncısı


Saltanatı: 1839-1861
Babası: II. Mahmud Han
Annesi: Bezmialem Sultan
Doğumu: 25 Nisan 1823
Vefatı: 25 Haziran 1861

Küçük yaştan itibaren mükemmel bir tahsil gördü ve iyi derecede Fransızca öğrendi. Avrupa neşriyatını yakından takip eder, onların ilmî çalışmalarını ve siyasî fikirlerini öğrenmeye çalışırdı. Babası II. Mahmut Han'ın 1 Temmuz 1839'da vefatı üzerine henüz 16 yaşında iken Osmanlı tahtına çıktı.

Abdülmecid Han, tahta çıktığında Osmanlı Devleti iç ve dış buhranlarla karşı karşıyaydı. Osmanlı ordusu Nizip'te Kavalalı Mehmet Ali Paşa kuvvetlerine mağlup olmuştu. İki gün sonra da Kaptan-ı derya hain Fevzi Ahmet Paşa Osmanlı donanmasını Mısır'a götürüp teslim etti. İngilizler bu sırada Osmanlı tahtında devlet idaresinde tecrübesiz bir padişahın bulunmasını fırsat bilerek harekete geçtiler. Osmanlı Devleti'ne tam destek olmak vadiyle Mustafa Reşit Paşa'yı sadrazamlığa getirttiler. Paris ve Londra'da sefirlik yapan Reşit Paşa, bu müddet içerisinde aldatılarak mason yapılmıştı. Nitekim iktidara gelir gelmez ilk işi Tanzimat Fermanı'nı ilan etmek oldu (3 Kasım 1839). Osmanlı Devleti'nin yıkılma ve yok olma devrine açılmış bir gedik olan Tanzimat Fermanı devlete ve millete çok pahalıya mal oldu.

Sultan Mahmut Han'ın açtığı ileri medeniyet yolu üzerine engel olarak oturan Tanzimat adamları, Avrupa ilmini ve tekniğini almak yerine sathî taklitler üzerinde durdular. Böylece ilim ve teknikte ilerleme durdu. Avrupa'nın yaşayışına hayran olarak yetişen yeni nesiller taklit modasına kurban gittiler. Memleket şartlarını ve ihtiyaçlarını anlamadan rejim davasına kapılan tanzimat devri adamları, daha sonra ihtilalci olarak gayr-i müslimlerle birleşmişler ve buhranları artırarak, devleti sarsmaktan başka bir işe yaramamışlardır.

Mustafa Reşit Paşa ve yetiştirmelerinin Osmanlı Devleti içinde kendilerinin yıllardır yapamadığı tahribatı kısa zamanda gerçekleştirdiğini gören İngilizler, Mısır meselesinin hallinden sonra Osmanlı Devleti'nin başına yeni gaileler açtırmakta gecikmediler. Mustafa Reşit Paşa, İngiliz ve Fransız desteğini alarak 4 Ekim 1953'te Rusya'ya harp ilan etti. Ancak Osmanlı Devleti, Rusya ile savaş yaparken İngilizler, dünyadaki ikinci büyük İslam devleti olan Gürganiye Devleti'ni yıktılar. Hindistan, İngilizlerin sömürgesi durumuna geldi. Abdülmecid Han, batılıların yaldızlı reklamlar ve sahte dostluklarla örtbas etmeye çalıştıkları İslamiyet'i imha hareketini çok geç anladı. Reşit Paşa'yı görevinden aldı. 1853-55 Rusya ile olan Kırım harbi başarı ile neticelenmesine rağmen, savaş harcamaları dış borçlanma yolunu açtı. Osmanlı Devleti'nin savaşı kazanmasında rol oynayan İngiltere ve Fransa, devlet içinde yeni ıslahatlar istediler. Reşit Paşa'nın yetiştirmesi Ali Paşa'nın İngiliz ve Fransız elçileri ile ortaklaşa hazırladıklar Islahat Fermanı 1856'da ilan edildi. Bu ferman da Osmanlıların hristiyanlara verdiği büyük bir tavizdi. Nitekim fermanın uygulaması pek çok yerde büyük tepki gördü. 1858'de Cidde'de ayaklanma baş gösterdi. Eflak, Boğdan ve Karadağ'da bağımsızlık hareketleri başladı. Devletin içine düştüğü feci durum sebebiyle, üzüntüsünden tüberküloza yakalanan Sultan Abdülmecid Han, 25 Haziran 1861'de vefat etti. Yavuz Sultan Selim Han'ın türbesinin yanına defnedildi. "Atam Yavuz Sultan Selim Han'a hürmetten türbemi onunkinden daha aşağı yapın." şekildeki vasiyeti üzerine türbesi Sultan Selim'inkinden daha alçak ve kısa olarak yapıldı.

Abdülmecid Han devri, Sultan II. Mahmud Han'ın açtığı yenileşme yolunun, Mason Reşit Paşa ve yetiştirmeleri eliyle bozulduğu ve Avrupa'nın her bakımdan taklide başlandığı bir devir olarak göze çarpmaktadır. Abdülmecid Han hatasını anladıktan sonra memleketi, milleti kemiren iç ve dış düşmanlara karşı tedbirler arar ve bu iş için gece gündüz Allahü tealaya yalvarırdı. Ancak Osmanlı Devleti'nin içte isyanlar ve dışta Rusya ile harplerini fırsat bilen İngilizler, yetiştirdikleri ve işbaşına getirmeye muvaffak oldukları devlet adamları sayesinde ona bu fırsatı tanımadılar. Abdülmecid Han, bu karışık devrede memleket içinde çok başarılı işler de yaptı. 1844'te bugünkü Galata Köprüsü olarak bilinen Mecidiye Köprüsü'nü, 1848'de Küçük ve Büyük Mecidiye (ortaköy) camilerini yaptırdı. 1853'te İstanbul-Varna-Kırım arasında ilk telgraf hattı döşendi. Bu harekete hız verilerek, 1870'te 36000 kilometrelik telgraf hattı ile Osmanlı Devleti dünya devletleri arasında en ön sıralarda yer aldı. 1860'da İzmir-Turgutlu arasında demiryolu yapıldı. Ayrıca İstanbul'un her yerinde pek çok cami, mescit, mektep, hastane ve çeşmeler de yaptırmıştır.

Hakkında Yazılanlar

1.Mümin ve Müsrif Bir Padişah Kızı Refia Sultan
Ali Akyıldız
Tarih Vakfı Yurt Yayınları / Osmanlı Araştırmaları Dizisi

Sultan Abdülmecid'in kızı Refia Sultan 1842'de Beşiktaş Sarayı'nda doğdu, 1880'de öldü. İyi bir eğitim gördü, müzik dersleri aldı. Zamanı gelince de evlendirildi. Doğrusu pek de mutlu bir hayat sürdüğü söylenemezdi. Bir yandan ağır bir hastalıkla mücadele edip üst üste ameliyat olurken; öte yandan kocasıyla da anlaşamıyordu. Ama o bir padişah kızıydı, bütün bunlara tevekkülle katlanırken büyük bir debdebe içinde yaşamayı da seviyor, arabasını bile Paris'ten getirtiyordu. Refia Sultan mektup yazmayı severdi, hem mektuplarını hem de en küçük sipariş pusulasını bile saklamıştı. Doç. Dr. Ali Akyıldız, işte bu belgelere dayanarak Refia Sultan'ın hazin hayat hikayesini anlatırken dönemin zengin ve ilginç bir panoramasını da sunuyor.



HABER

Ressam Sultan Abdülaziz’in ilk sergisi açılıyor
SEVİNÇ ÖZARSLAN
Zaman 3 Ekim 2013

Dolmabahçe Sanat Galerisi’ndeki “Eskizlerden Yağlıboyalara Ressam Sultan Abdülaziz” sergisi 5 Ekim’de, Türk resim tarihi açısından yepyeni bir iddiayla açılıyor. Sergide, Milli Saraylar Tablo Koleksiyonu’ndaki 12 imzasız tablo ile yayın ve sergileme hakkı 6 ay önce Polonya’daki Krakov Ulusal Müzesi’nden satın alınan Sultan Abdülaziz’in eskizleri karşılaştırılıyor. İddia ise 12 imzasız tablonun Sultan Abdülaziz’in elinden çıktığı yönünde.

Osmanlı sarayında maaş bağlanan ressamların varlığı öteden beri bilinir. İlk akla gelen saray ressamları olarak Fatih Sultan Mehmet’in İtalya’dan davet ettiği Gentile Bellini, II. Abdülhamit zamanında yine İtalya’dan gelen Fausto Zonaro ve Sultan Abdülaziz’in yakından ilgilendiği Polonyalı ressam Stanislav Chlebowski’yi sayabiliriz. Bu ressamların eserleri TBMM Milli Saraylar tablo koleksiyonunda yer alıyor.

Bu koleksiyonun oluşmasında sanata olan ilgisi, sevgisi ve yeteneğiyle bilinen Sultan Abdülaziz’in (1830-1876) katkısı büyük. Şehzadeyken Qués ve Schranz gibi sanatçılardan resim dersleri alan Abdülaziz, padişah olduğunda Fransız Guillemet, Chlebowski ve Rus Ayvazovski gibi sanatçılara, Osmanlı’nın kahramanlığını anlatan savaş kompozisyonları sipariş ediyor. Chlebowski, Dolmabahçe Sarayı’ndaki atölyesinde çalışırken Sultan Abdülaziz de çoğu zaman yanında bulunuyor hatta bazı kompozisyonların eskizlerini o çiziyor. Fakat sanata böylesine düşkün olan padişaha ait imzalı hiçbir yağlıboya eser ya da desen ülkemiz müzelerinde yok. Sadece Harbiye’deki Askeri Müze’de bir eskizi bulunuyor.

Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde 5 Ekim Cumartesi günü açılacak “Eskizlerden Yağlıboyalara Ressam Sultan Abdülaziz” sergisi ise Türk resim tarihi açısından yepyeni bir iddiayı gündeme getiriyor. Sergide, Sultan Abdülaziz’in kuvvetli ihtimalle elinden çıktığı iddia edilen 12 yağlıboya tablo sergilenecek. Bu iddianın kaynağı ise halen Polonya’daki Krakov Ulusal Müzesi’nin sahip olduğu, bizzat padişahın çizdiği 67 desen ve ona ait üç sayfalık el yazısı. Sergide, yayınlama ve sergileme hakkı 6 ay önce Uluslararası Kültür Sanat Derneği (UKSD) tarafından Krakov Ulusal Müzesi’nden satın alınan bu desenlerle birlikte, 12 tablo karşılaştırılıyor.

Peki bu desenler Polonya’ya nasıl gitti ve bugüne kadar varlığından neden haberdar değildik? Chlebowski, ülkesine dönerken Sultan ona, “Ressam Sultan Abdülaziz/15” adlı desen defterini hediye ediyor. Defterde Sultan’ın elinden çıkan 67 çizim ile birlikte, üç sayfalık el yazısı ve defterin başında eserlerin ona ait olduğunu teyit eden iki mektup mevcut. 1914’e kadar Chlebowski’nin ailesinde kalan bu defter, daha sonra başkalarının eline geçiyor, nihayetinde 1971’de Krakov Ulusal Müzesi tarafından satın alınıyor. Sultan’ın ressamlığından ve defterden bahseden ilk yayın ise 1910 ile 1914 yılları arasında yayımlanan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi. O yıllardan bugüne kadar, 67 desenden hiç kimse, hiçbir yayın bahsetmiyor.

Koordinatörlüğünü Selman Gemuhluoğlu’nun yaptığı serginin küratörü Mehmet Lütfü Şen, “Padişah’ın elinden çıkmış eserlerle açılacak ilk resim sergisinin küratörü olarak, Sultan’ın yalın ve güçlü çizgilerine sadık kalma çabası içinde oldum. Eskizlerin çizgilerinden tablolardaki fırçalara bir cihan padişahının kılavuzluğunda, vârisi olduğumuz büyük medeniyetin sanatla beslenmiş yüreğine sade bir yolculuğa çıkalım istedim.” diyor. Komitacılar tarafından katledilip, bileklerini keserek intihar ettiği süsü verilen Osmanlı Devleti’nin 32. padişahı Sultan Abdülaziz’in ölümünden 137 yıl sonra açılan sergi, sadece 15 gün görülebilecek.

‘Kuşku bırakmayacak deliller var’

İddianın sahibi sanat tarihçisi Ömer Faruk Şerifoğlu, iddiasını şöyle açıklıyor: “Çizimler kırmızı mürekkeple filigranlı kâğıda yapılmıştır. Sultan'ın serbest, hareketli ve akıcı el yazısı ile desenlerinin çizgileri arasında karakteristik benzerlikler görülmektedir. (…) Albümdeki eserlerde kullanılan mürekkep ve kalem ile Askeri Müze'de bulunan desenindeki mürekkep ve kalem aynı elden çıkmış duygusunu vermektedir. Albümün arka sayfalarında, sultanın el yazısı olan Osmanlıca ifadeler de aynı kalem ve mürekkeple yazılmıştır. Asıl çarpıcı olan bu ifadelerdir. (...) Bu ifadeler halen biri Askeri Müze'de, diğerleri Dolmabahçe Sarayı koleksiyonunda “Chlebowski Ekolü” olarak tanımlanmış eserlerin özgün isimleridir ki albümde zikredilenler dışında üzerinde yazı olan başka eserler de bulunmaktadır. Dahası eserlerin sağ-üst köşesinde yazılı bu ifadelerle, albümdeki ifadelerin yazı karakteri örtüşmekte ve büyük olasılıkla, her ikisinin de sultanın kendi el yazısı olduğu izlenimini vermektedir. Bütün bu ipuçları, Sultan Abdülaziz'in bu tablolarda tasavvurun ötesinde, elinin ve emeğinin olduğuna kuşku bırakmamaktadır. Nitekim, Chlebowski'nin çoğu eserleri imzalı iken saraydaki atölyede gerçekleştirdiği bu eserlerin hiçbirine imza atmamış olması da, Sultan'ın katkısı sebebiyle olmalıdır.”

Abdülaziz Han

Babası: II. Mahmut Han
Annesi: Pertevniyal Sultan
Doğumu: 8 Şubat 1830
Vefatı: 4 Haziran 1876

Küçük yaşta din ve fen ilimlerini tahsile başladı. Kısa zamanda Arapça, Farsça ve dini bilgileri çok iyi bir şekilde öğrendi. Ayrıca boş zamanlarını değerlendirerek ata binmek, kılıç kullanma, güreş tutmak, cirit atmak gibi zamanın bütün spor dallarında pek mahir oldu. Ağabeyi Abdülmecid zamanında veliaht ilan edilen Abdülaziz bundan sonra devlet idaresi ve Avrupa'nın siyasetini iyi bir şekilde takibe çalıştı. Abdülmecid Han'ın 25 Haziran 1861'de ölümü üzerine tahta çıktı.

Bu sırada devletin durumu son derece karışıktı. Malî sıkıntı son haddinde idi. Karadağ, Hersek ve Girit'te büyük bir karışıklık hüküm sürüyordu. Avrupa devletlerinin müdahalede bulunacaklarını anlayan Abdülaziz Han yayınladığı bir fermanla onların Tanzimat konusundaki endişelerini, nispeten, ortadan kaldırdı. Malî konulardaki sıkıntının önüne geçebilmek için israf ve gereksiz harcamaların önlenmesine çalıştı. Rüşvet ve irtikab işine karışanları şiddetle cezalandırdı.

1862'de Karadağ bölgesinde çıkan isyanı serdar-ı ekrem Ömer Paşa kumandasında gönderdiği bir ordu ile anında bastırdı. Mısır'da son yıllarda Osmanlı Devleti'ne karşı bağlılığın azaldığının farkında olan Abdülaziz Han, bu bölgeye bir seyahat düzenledi. Mısır valisi İsmail Paşa'ya Hidiv ünvanını verdi. Gittiği her yerde muhteşem merasimler ve halkın sevgi gösterileri ile karşılaşan Sultan, Mısır'ın payitahta olan bağlılığını güçlendirdi. Osmanlı Devleti'ndeki müspet gelişmelerin önüne geçmek isteyen batılı devletler Girit'te büyük bir isyan çıkardılar ve adanın beynelmilel bir komisyon tarafından idaresini istediler. Bunu şiddetle reddeden Abdülaziz Han, bazı imtiyazlarla meseleyi bir müddet için halletti.

Abdülaziz Han 21 Haziran 1867'de Fransa, İngiltere, Belçika, Prusya ve Avusturya'yı içine alan bir geziye çıktı. Sultan'ın bu gezisi genel barışın sağlanmasında önemli rol oynadı. Avrupa devletleri ile olan münasebetler iyileşti. Abdülaziz Han, devlet ve milletin bekası ve huzuru için gece gündüz çalışırken içte batı hayranı ve mason devlet adamları her türlü siyasi desiselerle nizam ve intizamın bozulmasına gayret sarf ediyorlardı. Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Süavi gibi yazarlar halkı Padişah'a karşı düşmanlığa teşvik ederken, Mütercim Rüştü, Hüseyin Avni ve Mithat paşalar da Padişah'ı devirmenin hesapları içerisindeydiler. Nitekim gözlerini iktidar hırsı bürümüş bu devlet adamları, 1875'te patlak veren Bosna-Hersek isyanı ile ardından çıkan Rus harbini fırsat bildiler. Abdülaziz Han, sıkıntılar içinde olmasına rağmen Sırbistan'ı kısa sürede mağlup etti. Bulgaristan'daki karışıklıkları mahalli kuvvetlerle bastırdı. Ancak Hüseyin Avni, Mithat, Redif ve Süleyman paşalar 30 Mayıs 1876 günü Dolmabahçe Sarayı'nı kuşatarak Sultan'ı tahttan indirdiler.

Abdülaziz Han efradıyla birlikte çeşitli hakaret ve işkencelere maruz bırakıldıktan sonra 1 Haziran 1876'da Fer'iye Sarayı'na nakledildi. Avni Paşa üç gün sonra, güvenlik gerekçesiyle saray bahçesine yerleştirdiği adamlarına verdiği emirle, Kur'an-ı Kerim okumakta olan Sultan'ın bileklerini kestirerek şehit ettirdi. Hadiseye intihar süsü verilmeye çalışıldı. Ancak pehlivan yapılı Abdülaziz Han'ın zorbalarla boğuşması sırasında vücudunda meydana gelen çürükler ile iki dişinin kırık olduğunu görgü şahitleri ifade etmişlerdir. Zaten tıp ilmi, intihar edecek bir şahsın iki bileğinin damarlarını kesemeyeceğini belirtmektedir. Şehit Sultan'ın cenazesi 5 Haziran 1876 günü pederi Sultan II. Mahmud Han'ın Çemberlitaş'taki türbesine defnedildi.

Abdülaziz Han iyi niyetli, dindar, her sabah Kur'an-ı Kerim okuyan, son derece vakar sahibi bir kimse idi. Devrin alimlerini sayarak toplar münazaralar yaptırır, kendisi de bazan bu münazaralara iştirak ederdi. Devlet işlerini bilfiil kendisi idare etmeye çalışırdı. Onun en büyük gayesi Devlet-i Aliyye'nin istiklalinin devam etmesi ve halkının refah içinde yaşaması idi. Bu sebeple ilim ve teknikte ilerlemeye ve imar faaliyetlerine büyük önem verdi. 1863'te sahillere deniz fenerleri yapıldı ve devlet şurası kuruldu. 1867'de Sultanî mektepleri (liseleri), 1868'de sanayi mektepleri, 1869'da Süveyş kanalı açıldı. 1870'de şark demiryolları yapıldı, tıbbiye, orman ve maden mektepleri açıldı. 1875'te Galata tüneli yapıldı ve askerî rüştiye mektepleri açıldı. Donanmaya büyük önem verdi. Hint Okyanusu'na kadar donanmamızı göndererek, Osmanlı deniz gücünü İngilizlere kabul ettirdi. Osmanlı donanmasının I. Dünya ve Kurtuluş harpleri sırasındaki muvaffakiyeti, Sultan Abdülaziz'in donanmaya kazandırdığı bu kudretle mümkün olmuştur.


HAKKINDA YAZILANLAR

Sultan Abdülaziz'in Avrupa Seyahati
Cemal Kutay
Boğaziçi Yayınları / Cemal Kutay'ın Eserleri




HABER

Abdülaziz'in fotoğraf albümü müzayedede


Sultan Abdülaziz ve ailesine ait fotoğraf albümü, Asar-ı Atika Müzayede ve Sanat Galerisi'nin 16 Ekim'de düzenleyeceği müzayedede satışa çıkıyor. Albümde Abdülaziz Han, çocukları, haremağaları, cariyeleri, padişahın Süveyş Kanalı açılışına beraber katıldığı İngiliz Kralı Edward ile kraliçe, Cevdet Paşa, Napolyon, Prusya Veliahtı, Hıdiv, Von Moltke Paşa, Rus Sefiri, Paris Büyükelçisi, Sultan Reşad, Halife Abdülmecid ve Şehzade Mehmet Burhanettin efendilerin Abdullah Freres ve Vasili Kargapulos tarafından çekilmiş fotoğrafları yer alıyor. 9 bin TL'den satışa çıkarılan albüm 100 adet küçük boy portre fotoğrafından oluşuyor.

Conrad Oteli'nde saat 15.30'da gerçekleştirilecek müzayedenin dikkat çekici parçalarından biri de hicri 1285 tarihli, Sultan Abdülaziz'e ait gümüş sini. 140 cm çapındaki sininin açılış fiyatı 140 bin lira. 19. yy Sultan Abdülmecid'in oğlu Mehmed Burhanettin Efendi'ye ait ait çay takımı, Rusya İmparatorluğu'nun son çarı ve Romanov hanedanının hüküm süren son üyesi 2.Nikolay'ın eşi Çariçe Aleksandra'nın gümüş çay servis takımı, Nejad Melih Devrim'in "Çin Bulutları" isimli 1962 tarihli başyapıtı, 19. yüzyıla ait yeşil zemin üzerine beyaz ay yıldızlı Osmanlı sancağı satışa arz edilen eserlerden diğerleri.
Zaman 9 Ekim 2011

NAİM SÜLEYMANOĞLU

Olimpiyat şampiyonu eski milli halterci Naim Süleymanoğlu, tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.

Naim Süleymanoğlu, 25 Eylül 2017 tarihinde karaciğer yetmezliği sebebi ile Bakırköy'de bir hastanede yoğun bakımda tedavi altına alındı.

6 Ekim 2017 tarihinde İstanbul Ataşehir Memorial hastanesinde karaciğer nakli ameliyatı oldu. Karaciğer naklinin ardından tedavisi Ataşehir Memorial Hastanesi'nde yoğun bakım ünitesinde devam etmekte iken 18 Kasım 2017 tarihinde tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.

Siroza bağlı karaciğer yetmezliğine bağlı olarak 28 Eylül'den bu yana Memorial Ataşehir Hastanesi Yoğun Bakım Ünitesi'nde tedavi gören ve 6 Ekim'de de Memorial Ataşehir Hastanesi Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr. Yalçın Polat ile ekibinin gerçekleştirdiği ameliyatla karaciğer nakli olan Süleymanoğlu, son olarak beyindeki kanama ve buna bağlı artan ödem nedeniyle 11 Kasım'da acil ameliyata alınmıştı.

Süleymanoğlu'nun hayatını kaybetmesi üzerine tedavi gördüğü hastaneden yazılı açıklama yapıldı. Açıklamada, "Yıllardır kronik karaciğer yetmezliği ile mücadele eden Olimpiyat ve Dünya Şampiyonu milli halterci Naim Süleymanoğlu yaşam mücadelesini kaybetti. İlk olarak 23 Eylül günü rahatsızlanarak komaya giren Süleymanoğlu, 6 Ekim 2017 tarihinde Memorial Ataşehir Hastanesinde karaciğer nakli ameliyatı olmuştu. 11 Kasım Cumartesi günü de beyindeki kanama odakları nedeniyle bir operasyon geçiren Süleymanoğlu, çoklu organ yetmezliğine bağlı olarak yaşamını yitirdi. Değerli sporcumuza Allah'tan rahmet, milletimize baş sağlığı diliyoruz" denildi.


İstanbul Valisi Vasip Şahin, Süleymanoğlu'nun vefat ettiği hastanede düzenlenen basın toplantısında, cenaze törenine ilişkin bilgi verdi.

Naim Süleymanoğlu'na Allah'tan rahmet, ailesine ve millete sabır dileyen Şahin, Süleymanoğlu için yarın öğle vakti Fatih Camisi'nde cenaze namazı kılınacağını belirtti. Şahin, Süleymanoğlu'nun cenazesinin Edirnekapı Mezarlığı'nda defnedileceğini bildirdi.

Vali Şahin, "Hocalarımıza, hastane yönetimine ve bu konuyla yakından ilgilenen, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum." dedi.